Ordulu Mustafa İçin Akbalıkta Mevlit Okunacak

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

O, öldükten sonra da er meydanından uzak kalmamak için, cenazesinin Sakarya Akbalık güreşlerinin yapıldığı çayıra gömülmesini vasiyet etmişti.

Nitekim vasiyeti üzere, 3 Aralık 1982 tarihinde Akbalık güreş çayırına defnedilmiştir.

Ölümünün 28. yıldönümünde Ordulu Mustafa’yı rahmetle anıyoruz.

Ordulu Mustafa için Akyazı Belediyesi ve Güreş Komitesi yarın(cuma)Akbalık Camiinde namaz öncesi saat 12.00 de Kuranı Kerim okutacaktır.Tüm halkımız davetlidir.

ORDULU MUSTAFA KİMDİR?

“Benim gibi ünlü bir pehlivan böyle inleye inleye ölürse, genç kuşak güreşi nasıl sever nasıl yapar”

Ölmeden birkaç gün önce, yattığı Hacettepe hastanesinde kendisini ziyaret edenlere böyle demişti Ordulu Mustafa Bük.

Ordulu Mustafa 21 Kasım 1982 tarihinde Hacettepe Hastanesinin Cerrahi bölümünde yoğun bakıma alınmıştı. 1971 yılından itibaren yaşadığı tek böbreği iflas etmiş, akciğerlerinde de ödem oluşmuştu. Çok acı çekiyordu Ancak bütün uğraşlara rağmen, sırtı er meydanlarında kolay yere gelmeyen Ordulu, 30 Kasım 1982 tarihinde, saat 23.00’te, hayatla tutuştuğu son güreşinde tuş olmuştu.

Mustafa Bük, 1936 yılında Fatsa’ya bağlı Göller köyünde doğmuştu. Yedisi erkek, üçü kız, on kardeştiler. Anne babası istememesine rağmen güreşe, kendisi de güreşçi olan dayısı Şükrü Büyükdağ’ın teşvikiyle 16 yaşında iken başlamıştı. Ona “Ordulu” lakabını da bir güreş öncesinde yine dayısı Şükrü Büyükdağ vermişti.

Kendisi ise güreşe başladığı yılları, 19 Haziran 1968 tarihli Milliyet Gazetesine verdiği bir mülakatta şöyle anlatmıştır:

“Güreşe 16 yaşında karakucak ile başlamıştım. Ordu’da 10 yıl başpehlivanlığı elinden bırakmayan dayım (Şükrü Büyükdağ) beni teşvik etti. Bir köy düğününde güreşmem sonucunda sırtım ve dizlerim kan içinde kaldığından gömlek vücuduma yapışmıştı. Gömleği çıkarabilmek için hamamda saatlerce su dökmüşlerdi üstüme. İşte her şey bundan sonra başlamıştı.

Askere gittiğim zaman pırıpırtımı da beraber götürmüştüm. Fakat ilk yağlı güreşi askerden dönüşümde Samsun’un Çarşamba kazasında İbrahim Karabacak ile yaptım. 3 saat sürmüştü. Yenişemedik, berabere ilan ettiler. Bundan sonra Adil Atan ile güreştik. Beni boğmak istedi, sonra ayırdılar bizi. İlk Kırkpınar’a 1958 de katıldım. Çalışmalarımı özel aletlerimle yaparım. Ustam Düzceli Rahmi pehlivandır.”

1958 yılından itibaren Kırkpınar’da güreşen Ordulu Mustafa, 1966 yılına kadar hep derece yapmasına rağmen bir türlü başpehlivanlığı alamamıştı.

Nihayet 19 Haziran 1966 tarihinde başpehlivanlık için karşılaştığı Mehmet Ali Yağcı karşısında hükmen galip gelerek ilk başpehlivanlığını almıştı. O yılki güreşlerde ilginç bir olay da yaşanmıştı. Baş güreşlerinde rakibi Nazmi Uzun’un kıspeti Ordulunun ellerinde kalmıştı. Çırılçıplak kalan Nazmi Uzun, pes ederek güreşi yarıda bırakmıştı.

1967 yılında ise başpehlivanlık için finale kalan üç pehlivandan Kara Ali, Sezai Kanmaz’ı yenmiş fakat bu arada bileğini de sakatlamıştı. Bu durumda Kara Ali güreşlerden çekilmek zorunda kalmıştı. Rakipsiz kalan Ordulu Mustafa ise ikinci kez başpehlivan olmuştu. Ama sakatlığı nedeniyle o yıl Orduluyla güreşemeyen Kara Ali, 1968 yılında başpehlivanlık için yine Ordulunun rakibi olmuştu. Zaten aylardır birbirlerine bileniyorlardı.

Güreş  sabah 9.30’da başlamıştı. 50. dakikada altta güreşen Ordulu, bir kılçık atmış, Kara Ali açık düşmüştü. Hakem heyeti derhal kararını vermiş ve Orduluyu galip ilan etmişti. Kara Ali ve taraftarları ise yenilgiyi kabul etmeyerek protesto etmeleri üzerine, Ordulu “Bırakın tekrar tutacağım!” diye bağırmıştı. Bunun üzerine güreş tekrar başlamış ve ezici kuvvet ile Ordulu Kara Ali’yi kazığa almıştı. Altta bulunan Ali kolunun sakatlandığını söylemiş, hakem heyeti de kendisine ya pes ya güreşe devam uyarısını yapmışlardı. İşte bu sırada Ordulu birden durmuş ve rakibine dinlenme payı vermişti. Halk Orduluya bırakma bırakma diye bağırırken, O doktorun Kara Ali’yi tedavi etmesini beklemişti. Tedavi bitince herkes Kara Ali’nin güreşe devam edeceğini beklerken Kara Ali pes ettiğini ilan etmişti.

Böylece Ordulu Mustafa, Kel Aliço ve Tekirdağlı Hüseyin’den 20 yıl sonra, hep hayalini kurduğu “Altın Kemer”e sahip olan üçüncü güreşçi unvanını alıyordu.

1969 yılında başpehlivanlığa aday yine Ordulu Mustafa idi. Ancak başpehlivanlık güreşlerinin yapılacağı günün bir önceki akşamında Göller köyünde annesi vurularak öldürülmüştü. Buna rağmen er meydanını terk etmemişti. Rakibi Nazmi Uzun’du. Güreş 4 saat 33 dakika sürmüştü.

Uzun süren güreşin sonucunda pes eden Ordulu; “Güreşte elimden geldiğince soğukkanlı olmaya çalıştım. Fakat bana bir tutukluk geldi. Ne yaptımsa bundan kurtulamadım. Ana acısı bu, kolay mı?”demiş ve annesinin cenazesine katılmak üzere Fatsa’ya doğru yola çıkmıştı.

Ordulu Mustafa bu yıllardan sonra Kırkpınar güreşlerine katılmamıştı. Bu arada güreşlerde gösterdiği başarıyı özel yaşantısında bir türlü gösteremiyordu. Eli açıktı, mertti, üstelik eğlenmeyi de seviyordu. Bu yüzden başına olmadık işler de geliyordu. Nitekim 1971 yılında bir güreş müsabakası için gittiği Tarsus’ta bir kavgada vurulmuş ve böbreğinin birini burada kaybetmişti.

Ancak buna rağmen altı ay sonra, Türkiye Spor Yazarları Derneği ve Kulübü tarafından organize edilen yağlı güreşlerde başpehlivan olmuştu. Başarıları yurtdışında dahi anlatılmakta yabancı ülke televizyon ve gazeteleri onunla program yapabilmek için yarışmaktaydı.

O ise bunca başarılarına rağmen geçim sıkıntısı çekmekteydi. Gerek maddi sıkıntılarını aşabilmek gerekse duygularını tatmin edebilmek için Milli Takım’a katılmak ve minder güreşleri yapmak istiyordu.

Bu düşüncelerini Milliyet Gazetesinin 02 Temmuz 1968 tarihli spor ilavesinde yer alan bir mülakatında şöyle anlatıyordu:

“Allah nasip ederse en büyük emelim, minderde bir defaya mahsus olmak üzere Ağır Sıklet Dünya Şampiyonluğunu kazanıp şeref direğine Ay-Yıldızlı Bayrağı çektirmektir.”

“Niçin bir defaya mahsus?” diye soranlara ise şöyle cevap veriyordu:

“Minder güreşi bizim karnımızı doyurmaz, bakacak çoluk çocuğumuz vardır. Başpehlivanlığı üçüncü defa kazandıktan sonra, bir Amerikan televizyonu şirketi üç aylık bir turne için 15.000 dolar teklif etti. Fakat ileri sürdüğü şartı kabul etmeme milli gururum maniydi. Zira kendi pehlivanlarına yenilmemi istiyorlardı. Onlara cevabım şu oldu. Pehlivanlarınız beni kendi güçleriyle yenebilirlerse yenebilirler. Aksi halde arzu üzerine yenilmem dedim.’’

Ordulu bu mülakatta ayrıca, bir oturuşta bir kuzuyu yediğini,15 yumurta, bir kilo süt, yarım kilo ızgara et ile kahvaltı ettiğini, akşam yemeğinde ise bol sebze meyve ve yoğurtla günlük gıda programını tamamladığını da söylüyordu.

Ordulu Mustafa, Milli Takım hayallerini gerçekleştirememiş ve 1980 yılına kadar değişik organizasyonlarda ara sıra güreşerek geçimini temin etmeye çalışmıştı. 1980 yılında ise Ümraniye Güreş Kulübü’nün başına getirilmiş, 16 Mayıs 1980 tarihinde de jübilesini yapmıştı. Jübileye Rusların ünlü güreşçisi Vladimir Gulutkin ve Bulgar Valantin Petkov da katılmıştı.

Bu arada 1982 yılına gelindiğinde böbreklerindeki rahatsızlık da iyice artmıştı. Tedavisi için de paraya ihtiyacı vardı.

Edirne Belediyesi 1982 Haziran ayında yapılan Kırkpınar güreşleri nedeniyle Ordulu Mustafa için bir yardım kampanyası düzenlemiş, kampanya sonucunda 78 bin lira para toplanmıştı. Ancak Edirne belediyesi bu parayı kendisine gönderememişti. Ne var ki, ölümünden bir süre önce Edirne Akbank şubesi tarafından kendisine verilmek üzere Ankara’ya gönderilen para, pehlivanın ölümü üzerine alıcı bulamamış ve yeniden Edirne Akbank şubesine geri gönderilmişti. Yani Ordulu Mustafa, sağlığına kavuşması için toplanan paranın tek kuruşunu bile görememişti. Daha sonra bu para Ordulunun dokuz kişilik ailesine vergisi düştükten sonra miras olarak verilmiştir.

Öyle ya da böyle Ordulu, zorlu geçen son güreşini erken kaybetmişti. Ancak O, öldükten sonra da er meydanından uzak kalmamak için, cenazesinin Sakarya Akbalık güreşlerinin yapıldığı çayıra gömülmesini vasiyet etmişti.

Nitekim vasiyeti üzere, 3 Aralık 1982 tarihinde Akbalık güreş çayırına defnedilmiştir.

Ölümünün 28. yıldönümünde Ordulu Mustafa’yı rahmetle anıyoruz.

Ve Ordulu yetkililere diyoruz ki; Mustafa Bük’ün adının önünde gururla taşıdığı ve herkese tanıttığı “Ordulu”  lakabı bile, Onun adının bir parkta, bir sokakta, bir salonda, bir okulda veya bir tesiste yaşatılması için yeterli değil midir?

Ordulu Mustafa İçin Akbalıkta Mevlit Okunacak

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir